Kırk Yediler: Milliyetçi anneler, aciz babalar, devrimci kızlar, dilsiz periler
Tolstoy’un Anna Karenina’sı “Mutlu aileler birbirine benzer ve her mutsuz ailenin kendi mutsuzluğu vardır” diye başlar. (1) Emine Semra Topçu’nun öğretmen, anne, baba, abla ve erkek kardeşlerden oluşan ailesinin eşya ailesi olduğu ortaya çıktı. Ahlakın ve ahlakın bekçisi olan tüm orta sınıf ailelerinkine benzer bir mutsuzluk var. 47 yaşındaki Emine Semra Topçu, dar sokakların ortasında, öğretmen annesinin Cumhuriyet idealine göre şekillendirdiği baba evinde, diğer dersleri, kadınlığı ve bedenini, aklını tırmalayan huzursuz bir merakla araştırıyor. kapalı perdeler, dış dünyaya kapalı kapılar ve eşyanın ruhunu bekleyen dantel örtüler. .
İlginçtir ki, Füruzan’ın varlıklı ve kültürlü ailelerinin korucuları kadındır. Jale Parla’nın ‘Babalar ve Oğullar’da Tanzimat romanı için işaret ettiği ‘babasız ev’ motifi, Füruzan’ın anlatıları için de geçerlidir. Selahattin Bey örneğinde olduğu gibi iktidar alanını kadına bırakan erkeğin yokluğu zaman zaman dillere destan olur. Bunun üzerine Emine, 12 Mart’ta ablası Seçil’in saçını çeken annesini işkencecisiyle “eşleştirir”:
“Annesinden insan olma özellikleri kaybolmuştu. Yanaklarını geren çene kemiklerinin keskinliği ona hiç görmediği bir ağız veriyordu. Annesinin dudakları bitmişti. Bu yarıkta sıralanan dişler görünüyordu. Zordu. nasıl konuşabildiğini, bağırabildiğini ve bu dişlerin arasından duyulabildiğini anlatmak için.”(3)
Cumhuriyet Savcısı Nüveyra Hanım tembel bir gönül rahatlığıyla kocasının bıraktığı boşlukları doldurmaya çalışırken Emine ve Seçil beceriksizce keşfetmeye çalıştıkları dünyanın ortasında hep annelerini bulurlar.
İÇ VE DIŞ
Kafka, kendisine karşı her zaman tekinsiz hissettiği babasının zulmünü, çalışanlarının küfürlerine ve zorbalıklarına tanık olduğunda fark eder:
“Orada öğrendiğim büyük ders bana senin de zalim olabileceğini öğretti; kendime bakarak bunu bu kadar çabuk fark edemezdim, seni haklı çıkaran çok yoğun bir suçluluk duygusu yaşadım; ama orada, çocuksu düşüncemde, ki düzelttim tabi çok sonra değil ama biraz, Sizin için çalışan yabancılar vardı ve bu yüzden sizden bitmek bilmeyen bir korku içinde yaşamak zorunda kaldılar.”(4)
İster annesi, ister aile kurumu olsun, Emine’ye yaptığı zulmü haber veren, besleyen Kiraz’dır. Nüveyre Hanım’ın Kiraz’a ahlak ve görgü eğitimi için tokat atması, Emine’ye “ailesinden olmayanlardan ayrılığı ve yabancılaşmayı” öğretti. Kiraz ve anneannesi Leylim Bayan ve muhtemelen onun sınıfından olmayan herkes Nüveyre Öğretmen için “onlardır”. “Gelişmezler, oldukları gibi kalırlar”.
Kiraz, Leylim Bayan ve hatta tüm Anadolu, Emine’nin gelecekteki devriminin temelini oluşturacaktır. 70’lerde kent küçük burjuva solculuğuna karşı yüceltilen Anadolu solculuğu, romanın her satırında kendini duyurur. Emine, kendi adıyla ve ileride ablası Seçil’i yüksek sosyetedeki arkadaşlarına Mine olarak tanıtmayı seçecek olan Cumhuriyet taliplisi, annesinin yok saydığı ve hor gördüğü Anadolu’yu savunmak üzeredir.
yorgun idealistler
Yıllar sonra annesi bir tartışmada Emine’ye kendini savunur:
“Unutmayın ki, kadınla erkeğin karı koca olduktan sonraki yıllarda kadının ezici payı, ileride onu tanıyanların ‘baskın kadındı’ dediği karısını ortaya çıkardı. , ‘Ne güzel kadınmış, kafasını vur lokmasını ağzından çıkar’ Ben birincisini seçtim. . […] Milliyetçiydik, evlendik, Anadolu’ya gittik, çalışmaya başladık. küçücük bir meskene yerleşmek ve biraz da tatmin olmak.Kıymetli olan insanımıza faydalı olmaktı…. Anadolu insanı hiçte sandığınız kadar saf değil.Söylediklerimize inanamayarak dinlediler.Gittiğimizde çocukları toplayınca köy enstitülerine birden fazla kişi seçildi.
Anadolu’yu aydınlatmak için yola çıkan ülkücü nesil, sonsuz hayal kırıklığını yaşarken, “zina sürgünü” ile Erzurum’a gelen ve iffetli aile salonlarının vazgeçilmez dedikodu malzemesi haline gelen İclâl Öğretmen, “milli bayram söylevlerinin nazarından” kurtuldu. “Kadın-erkek eşitliği şöyle dursun,” erkeğin erkeğe eşit olmadığı anlaşıldı.
Karla beyaza boyanmış bu uzak diyar, herkese hüsranını hissettirirken, 47’ler bu zavallı beyazlığa uzanıp oradan sosyalizme bir anlam ve ahlak üreterek anne babalarıyla ve Cumhuriyetleriyle hesaplaşırlar.
AŞK HER ZAMAN ÜNİFORMA GELİR
Jane Austen romanlarından hatırlayın, aşkı aile kurumunun, oyun alanının ötesine taşıyan tehdit her zaman tek tiptir. ‘Gurur ve Önyargı’ Elizebeth ve diğer kızları şehvetin tehlikeli sularına sürükleyen ve ailenin korunaklı dünyasından uzaklaştıran aşk, gösterişli bedenleri ve üniformalarıyla İngiliz kırsalına adım atan başıboş memurlarla kendini gösterir. Seçil’e cinselliği ve aşkı keşfetmesini sağlayan, çocuklarını ve eşini İstanbul’da bırakıp Erzurum’a gelen, içki ve zevk peşinde tüm ideallerini kaybeden Seçil’e Ertegün Üsteğmen olmuştur. Cumhuriyet romanlarındaki olumlu asker tasavvuru tahttan indirilmek üzeredir. Ülkücü öğretmenler ve askerler hem Cumhuriyet’i hem de Anadolu’yu terk ettiler.
Seçil, güya “mistik güzelliği” ile bir aşkın kurbanı olmaya mahkumdur. Ertegün’ün Üsteğmeni onu “kendi iyiliği için” terk ettiğinde, “manevi sürgün” olarak gittiği İstanbul’daki babaannesinin evinde intihara ilk kez merhaba dedi.
Güzel kadınlar kırda balolarda, çaylarda evlenmekten, ten zevklerine yenik düşmekten başka çare bulamayacakken, Emine’nin “kitapları olduğu” ortaya çıkar.
Emine, kitaplardan, Seçil ve Ertegün hakkındaki cinsel içerikli imalardan öğrenemediği sırları; Köy kızı Kiraz’ı leyleklerin getirdiğine inanan iyi aile kızlarını ürkütecek günlük hayat bilgilerinden, ahlaki bedenleriyle evi dolduran anne ve babasının kaygan seslerinden öğrenmeye çalışır. Aile yatak odasında habersiz seks, ancak karı koca arasında ateşkes olduğu sabahları çocuklar tarafından hissedilir:
“Kadın ve erkek arasındaki yıpranmış ve düşmanca ilişkilerin silahsızlanma sayılabileceği o günlerde Emine, tanıştıkları yılların ilk şahsiyetlerinin dirilişini hayretle izlerdi.
Adı üsteğmen olarak bilinen Seçil’in saçlarını tutan Nüveyre Öğretmen, “Söyle yoksa kız değil misin?” “Yoksa ablam kız değil mi baba? Bu ne demek?” diye bağıran Emine’nin kafasında kocaman bir soru işareti oluşuyor.
Ablasının kız olup olmadığını ya da kız olmanın ne anlama geldiğini bilmeden “kadınlık” sorunuyla karşı karşıya kaldı. Bir gün Emine, kendisinden birkaç yaş küçük olan Kiraz’ın “Biraz daha dolma satıp kadınlık yapıyorlar” sözünü duyunca sorar: “Kadın nedir?”
Kiraz’ın kadın olduğu bilgisi aile kurumunun dışında kalmıştır. Emine’nin “Karı koca arasında bir meylet yok mu?” Soruya şaşkınlıkla cevap verir: “Karı koca mı?” Kadın olmak, kutsal ailenin sınırları dışında, muhtemelen “kirlenerek” gerçekleşir, bu yüzden Kiraz’ın hayattan, Emine’nin kitaplardan edindiği bilgiler, hanımefendi olmanın gizemini çözmeye yetmez. Yatak odalarının kapıları sımsıkı kapalı ve “ahlak için yaşamış” bir nesil bu kapıyı koruyor. Emine ise obur vücuduna bakar ve sorar: “Kadına dönüşen beden utandırıcı mıydı?”
Seçil, ilk aşkın acısından ve “dapdaracık” taşra hayatından kurtulunca, muhteşem bir mülk sahibi olmasını sağlayacak bir evlilik yaptı. Yıllar sonra karşısına bir devrimci olarak çıkan Emine’ye “Kadın olmak kolay değil” diye şikayet edecektir. Seçil, Emine’nin o güne kadar öğrendiğinden farklı bir kadınlık tanımlıyor şimdi:
“İnsanlar bıkıp usanmadan kendini seyrediyor. Ben tartıya çıktığımda aldığım kiloyu değil aldığım kiloyu küçümsüyorum. Estetik cerrahi erken oldu artık. Giyim de sanat oldu. Üstelik yaptığım şey gösteriş için değil. kocama destek olmanın bir yolu. Vogue dergisinden seçim yapabileceğim bir ortamda yaşıyorum. Hayır, gülme. Kocamın gurur duyduğu yaşama ayrıcalığının bir parçasıyım. Bundan utanmıyorum herhangi biri.”
HANIM İLE ÖZGÜRLÜK ARASINDA BİR ŞEY VAR
Topçu ailesi, Erzurum Cumhuriyet Meydanı’ndaki yeni evlerine taşınmak için hazırlıklara başladı. Orta sınıf mobilyalar nihayet yeni konutta huzuru bulacak. Walter Benjamin, ‘Passages’da, “Günlük hayatta kullandığı şeylerin izlerinin sonsuzlukta yok olmasını engellemek, dünyevi varlığı olmasa bile, yurttaş için bir onur meselesine dönüşmüştür” diye yazar.(5) Bu muhtemelen neden koltuklar örtülür ve kapı sıkıca kapatılır, özel günlerde misafirlere kilitli olan salonları açar. Orta sınıf, marka ürünlerini “müze” haline getirdikleri salonlarda sergilemektedir. Emine, mobilyalarla kutsanmış o orta sınıf salonlarında “kadınlığın” ne olduğunu burada anlıyor. Kurabiyelerini çaya batırırken engizisyonlar kuran, cinselliğini yaşayan kadınları yargılayan, yoksulları, kabaları, kocası zengin olmayanları, pırlanta yüzük takmayanları, pırlanta yüzük takmayanları yargılayan kadınlarda kadınlık vücut bulmuştur herhalde. Isıtıcılı evde yaşayanlar ve gübre kokusu alanlar. Kadın olmak, Emine’nin yıllar sonra annesine diyeceği şekliyle “aracı” olmak demekti. Emine bunu ancak devrimci olduktan sonra çözecektir: Kadınlara gündelik hayat sorulmuştur ve erkekler zaten yüzlerinde anlayışlı bir gülümsemeyle gündelik hayatı kadınlara bırakmıştır. Emine, babasının gülümsemesinin “gerçek bir gülümseme” olmadığını çok geçmeden anlayacaktı.
İlginçtir ki hem Emine hem de Seçil için annelerine karşı pozitif model anneannelerdir. Kadının aracı rolü, Cumhuriyet ideolojisi ve toplum mühendisliği ile ilişkilendirilmekte ve onunla sınırlı tutulmaktadır. Büyükannenin klasik ikametgahı ideolojik olmayan bir “doğallığa” kavuşmak üzere. Sabun kokulu konutlar güya erkek egemen ideolojiyi tenha bir yere taşıdı. Anneanne, herkesi kuşatan geleneğin yalnızca aracısıdır:
“Anneannesinin hikayelerini dinlerken bir ara zamanı durduran bu yaşlı kadının güzel, uçucu, çabuk bozulan antikaları annesine benzemiyor muydu? ‘Allah korusun sadakamız var’ demesi miydi? Anneannesinin dualarla üstünü örttüğü küçük ev kazalarının sonunda verilen ‘bağlayıcı mı?
Ninenin “güzel, uçucu ve çabuk bozulan eskiliği”, Nüveyre Hanım’ın çay saatinde cümbüş yapan ahlakçılıktan neredeyse arınmış durumda. Toplum mühendisliği eleştirisi, erkek egemenliğinin Cumhuriyet’i aşan bir sistem olduğunu unutturmak üzere.
“AŞK OLDUĞUNU MU ANLAMAK İSTİYORUM?”
“Aramızda zaman zaman oyunun dışına çıkıp intihar edenler bile olabilir, kimse yaşam biçimini değiştirmeyi düşünmüyor” diyen Seçil, kendi sınıfındaki kadınların statükosunu anlatıyor ve çabalıyor. kocası onu evde İsviçreli mürebbiye ile aldattığında oyunun dışında kalmak. Seçil’i intihara sürükleyen ne kıskançlık ne de kocasına duyduğu aşktır. Kocasıyla Brigitta’yı yatakta sevişirken görünce, “Demek sevişmek bu muydu?” diye soruyor. o soruyor.
“Bence komikti. Komik dersem inan bana. Tıpkı kocamın benimle olduğu gibi onun da yanındaydı. Bire bir sesler çıkarıyordu. Brigitta’nın gözleri genişledi ve gözlerinin beyazları seğirdi. Kalçaları daha hızlı oynuyordu.Benim de adamla bu hevesli kovalamaya tekrar tekrar katıldığım geceleri düşündüm.Brigitta ile karıştım.Birden öyle oldum.Kendimi o kadar mutsuz ve zavallı buldum ki neden diye düşünmeye çalıştım. düzen, çocuklar, annem, babam, toplumda bu düzeni saygın kılan her şey, bu böyle, bu böyle değil.”
Seçil’i intihara sürükleyen şey, kutsal ailenin yatak odasında her şeyin farklı olduğunu ve eşyanın ruhunun onu değiştirdiğini düşünürken, tüm sevişmeleri aynı kılan o sahneyi görmesidir. Brigitta, Erzurum’daki konutun gizli yatak odasının perdesini de indirdi. Brigitta’nın sıradanlığı, kutsal ailenin kendi içindeki mübadelenin kutsallığına olan inancını sarsmak üzeredir.
Seçil, “Gül Mevsimi”nde “Burjuvaların dramı olmaz” diyen Mesaadet Hanım’ın solcu torunu Nedim’i inkar etmek istercesine son intiharını yapar.(6) Emine, sevgilisi cezaevinden yeni çıkmıştır. Haydar halen cezaevindedir. Emine, kardeşinin öldüğünü haber veren telgrafı alınca cenazeye gitmemeye karar verir. Seçil’i tüm yolsuzluğuyla, aile bağlarını tüm çürümüşlüğüyle geride bırakarak Almanya’ya kadrolu olarak giden Haydar’ın kuzeni Kurban’ı görmeye gidecektir. Lütfi Akad’ın Gelin adlı eserinde olduğu gibi üretim hattının başında derebeylik bağlarından kurtulan Kurban için yeni bir hayat başlayacaktır. Kurban bir işçi olacak ve Emine kendini sınırlayan kan bağlarından kurtulacaktır. Kentli personel ve eşya boyunduruğundan kurtulan hanımefendinin yeni macerası bu. Muhtemelen 12 Mart’tan sonra İstanbul’da yalnız kalan Emine, yeni sorusu olan “Peki ama kadınlar nasıl özgürleşir?” sorusuna yanıt bulmaya çalışacaktır. ve başka bir neslin romanı yazılacak.
dipnotlar
bir. Tolstoy, Anna Karenina, çev. Ergin Altay, İstanbul: Link Yayınları, 2021.
2.Jale Parla, Babalar ve Oğullar, İstanbul: Link Yayınları, 1990.
3.Füruzan, Kırk Yedi, İstanbul: YKY, 2022.
4. Franz Kafka, Babaya Mektup, çev. Cemal Ener, İstanbul: Can Yayınları, 2008.
5. Walter Benjamin, Pasajlar, çev. Ahmet Cemal, İstanbul: YKY, 2022.
6.Furuzan Gül Mevsimidir, İstanbul: YKY, 2022.